İlköğretim ve Ortaöğretim Ders Çizelgeleri Üzerine
- Gösterim: 76900
2000'li Yıllarda Türk Yükseköğretim Sistemi içinde
Özel Vakıf Üniversitelerinin Rolü
Prof. Dr. Ä°rfan ERDOÄžAN
Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı
Türkiye'nin sosyo-ekonomik ve kültürel olarak yol almakta olduğu süreç açısından yükseköğretim sisteminin ayrı bir yeri ve önemi bulunmaktadır. Çünkü ekonomik olarak daha fazla yüksek düzeyde nitelikli işgücüne ihtiyaç duyulmaktadır. Avrupa Birliği ile bütünleşme sürecinin bir gereği olarak daha fazla sivilleşmiş bir topluma ihtiyacı vardır. Ayrıca çağdaş, demokratik bir toplum olmak da Türkiye'nin öncelikli hedefleri arasındadır. İşte bu ihtiyaçları karşılamada ve hedeflere ulaşmada rol oynayacak en etkin kurumların başında yükseköğretim gelmektedir. Çünkü yükseköğretim sayesinde endüstriye dayalı bir ekonomi için gerekli olan yüksek nitelikler kazandırılabilir (Geard, 1981). Aynı şekilde yükseköğretim yoluyla toplumda sosyal, siyasal, sivil ve entelektüel önderlik yapacak kişilerin yetiştirilmesi sağlanabilir. Ayrıca demokratik bir toplum için gerekli olan eleştirel tavrı gösterebilecek kişilerin yetiştirilmesi de yine yükseköğretimle ilişkilidir(Leslie&Anderson,1988).Her şeyden önce yükseköğretim, hem alan kişiye hem de topluma getirisi yüksek olan bir eğitim kademesidir (Pasacharopoulos, 1980). Bu ve daha bir çok nedenlerden dolayı gelişmiş bir yükseköğretim sistemine sahip olmak Türkiye için son derece önemlidir.
Türk yükseköğretim sisteminde 1776 yılından bu yana önemli gelişmeler olmuştur. Değişik aralıklarla yükseköğretim sistemi öncelikle toplumu, kabul edilen siyasal değerler paralelinde dönüştürmek ve sonra da yüksek eğitime duyulan taleplere cevap vermek için reforme edilmeye çalışıldı. Ancak hala yükseköğretim sisteminin ihtiyaçları karşılayabilir düzeye gelemediği gözlenmektedir. Ancak son yıllarda yükseköğretim alanında şimdiye kadar girişilen devlet destekli değişim çabalarına göre daha farklı bir nitelikte olan özel vakıf üniversitelerinin yaygınlaşmasının gerçekleştiği bir süreç izlenmektedir.
Bu makalede Türkiye'de özellikle son on yıldan beri yaygınlaşan özel vakıf üniversitelerinin durumu ele alınacaktır. Bunun için önce yüksek öğretimdeki geçmişten bugüne yaşanan değişim ve yaygınlaşma çabaları, daha sonra da özel vakıf üniversiteleri, bulundukları iller, öğrenci sayıları ve öğretim kadroları gibi özellikleri ile devlet üniversitelerindeki durumla karşılaştırmalar yapılarak sunulacaktır. Makalede ayrıca özel vakıf üniversitelerinin karşı karşıya kaldığı sorunlar tartışılacak ve geliştirilen çözüm önerileri yer alacaktır.
Yükseköğretim kurumlarının oluşması için atılan ilk adımlar
Türk üniversitelerinin temellerinin atıldığı yıllar 1773'den 1839 yılına kadar süren yenileşme döneminde açılan askeri okullara dayanır. Bu dönemde 1776 yılında Askeri Deniz Okulu, 1795'de Askeri Kara Okulu, 1807 yılında Askeri Tıp Okulu ve 1834 yılında da Harp Okulu kuruldu. Askeri okulları takiben ilk kez 1846 yılında Darülfünun adında bir üniversitenin kurulmasına karar verildi. Ancak ilk Türk üniversitesi sayılabilecek olan Darülfünun'un açılması 1863 yılında gerçekleşti. İlk kurulan Avrupa üniversitelerinde olduğu gibi Darülfünun'da derslerin öğrencilerin dışında halka da açık olarak sunulması öngörülmekteydi.
1933 Ãœniversite Reformu
Cumhuriyetten önce kurulmuş ve değişik zamanlarda kısa aralıklarla kapanmak zorunda kalan Darülfünun, Cumhuriyet'in 1923 yılında ilan edilmesinin hemen ardından da 1924 yılında tüzel kişilik kazandı. Bu yıllarda Atatürk'ün önderliğinde yoğun bir çağdaşlaşma ve batılılaşma süreci başlamıştı. İşte bu süreçte seçkin bir kurum olarak Darülfünun'un beklenen katkıyı sağlayamadığına inanılmaktaydı. Bu nedenle Darülfünun 1933'te çıkarılan bir yasayla kapatılarak İstanbul Üniversitesi kuruldu. Bu yasayla birlikte üniversite daha önce kazanmış olduğu tüzel kişiliğini kaybetmiş ve Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanmış oldu.
Çok Partili Dönem ve Üniversitelerin Yaygınlaşması
Çağdaş batılı bir yaşam tarzının oluşturulması için reformların yapıldığı 1923-1946 yılları arasında gerçekleşen Tek Partili Dönemin ardından 1946 yılında Çok Partili Döneme geçildi. Üniversiteyle ilgili olarak bu dönemin hemen başlarında 1946 yılında yeni bir yasa çıkarıldı ve üniversiteler bu yasayla tekrar özerkliğe kavuştu ve tüzel kişilik kazandı. Aynı yıl içinde Ankara'da daha önceden açılmış olan fakülteleri bir çatı altında toplayarak Ankara Üniversitesi kuruldu.
Bu yıllara kadarki yüksek öğretim kurumlarının tamamı İstanbul ve Ankara'da bulunmaktaydı. 1950 ile 1960 yılları arasında ilk kez üç yeni üniversite İstanbul ve Ankara'nın dışında kuruldu. (Erdoğan, 1992). Dolayısıyla bu yıllarda üniversitenin ilk kez Türkiye geneline yaygınlaşmaya başladığı söylenebilir.
Bu dönemde uluslar arası kurumlarla da modern üniversitelere kavuşabilmek için işbirliğine girişildi. Örneğin 1950 yılında hükümet Erzurum'da bir üniversitenin kurulması için işbirliği yaptı (Szyliowicz, 1973). Bunun dışında 1955 yılında UNESCO'nun yardımları ile ODTÜ kuruldu. Sonuç olarak yüksek öğretimin kapasitesi 1950'li yılların ortalarına doğru genişlemeye başladı.
1960'lı yılların sonlarında üniversitelerde okumak için yapılan başvurular hızlı bir şekilde yükseldi. Krueger (1972) bu talep artışını Türkiye'deki yükseköğretimin bireylere sağladığı getiri oranının yüksek olmasına bağlamaktadır. Ona göre bir çok insan yüksek düzeyde gelirli işlere sahip olmak için yüksek eğitim almak istediler. Böylece yükseköğretim yapmak isteyen öğrencileri seçmek için 1962-63 yılında öğrenci seçme sınavı konuldu (Kaya, 1974).
1965 yılında zamanın hükümeti yüksek öğretim için artan taleplere cevap vermek için ilk kez paralı yüksek okulların açılmasına 625 Sayılı Kanunda yapılan bir düzenleme ile imkan tanındı. Bunu takiben özel yüksek okullar açılmaya başlandı. Ancak Anayasa Mahkemesi, yükseköğretimin yasal olarak devlet eliyle sunulması gerektiğini gerekçe göstererek 1971 yılında özel yüksekokulların açılmasına imkan tanıyan ilgili maddeyi iptal ederek bu okulları kapattı.
1971 ile 1978 yılında ülkenin değişik bölgelerinde 11 yeni üniversite kuruldu. Ancak buna rağmen yükseköğretim kurumlarının kapasitesi artan nüfusun ihtiyacını karşılamak için hala yetersizdi (Gedikoglu, 1885).
2006 yılına gelindiğinde ise çıkarılan bir yasa ile Anadolu'da 15 farklı üniversite kuruldu. Yeni açılan bu 15 üniversite ile üniversite sayısı 93'e ulaştı. Ancak bu artış da üniversite eğitimindeki arz talep dengesini kurmakta yetersiz kaldı.
Yükseköğretim sisteminde yeniden yapılanma
1980'lere kadarki dönemde üniversitelerin organizasyonunda gözle görülür bir dağınıklık vardı. Üniversiteler ve yüksek öğrenim sunan diğer kurumlar arasında bir koordinasyon sorunu yaşanmaktaydı. Bu yüzden yükseköğretim sistemi 1983 yılında koordinasyon, finans, planlama gibi işlevlere sahip olan YÖK'ün kurulması ile yeniden yapılandırıldı. Yeni sistemle birlikte yeni üniversiteler kuruldu ve yükseköğretimin kapasitesi yükseltildi.  Bu şekilde 1990 yılında yükseköğretim düzeyinde okullaşma oranı 9.27'ye yükseldi. Ancak hala yükseköğretim için duyulan talep karşılanamamaktaydı ve okullaşma oranı da gelişmiş ülkelerinki ile karşılaştırıldığında oldukça yetersizdi.
Sonuç olarak Türkiye'de yükseköğretimin gelişmesi için değişik zamanlarda değişik düzenlemeler gerçekleştirildi. Yükseköğretimle ilgili düzenlemelerin en gözle görülür yönü siyasal gelişmelerin gerçekleştiği dönemlerle paralellik göstermesidir. Cumhuriyetin 80 yıllık tarihsel geçmişinde, yükseköğretimle ilgili düzenlemelere Tek Partili Dönem içinde yer alan 1933'de, Çok Partili Döneme geçilen 1946'da, Ordunun yönetime el koyduğu 1960, 1971 ve 1980'i takip eden yıllarda girişilmiştir. Bu şekilde yüksek öğretim hep devlet tarafından yönlendirilmeye ve geliştirilmeye çalışılmıştır. Gerçekleştirilen düzenlemelerin her birinden sonra yeni üniversiteler açılmış ve bu şekilde nicel gelişmenin sağlanması hedeflenmiştir (Aypay,2003). Üniversiteleri özellikle nitel olarak geliştirebilecek özellikte bir model arayışına pek başvurulmamıştır. Dolayısıyla üniversitelerin sayısı ve kapasitesi geliştirilmiş ancak üniversite eğitimi için duyulan talepler karşılanamamıştır ve daha da önemlisi ideal bir yükseköğretim sistemine kavuşulamamıştır.
Ancak 1990'lı yıllardan bu yana özel vakıf üniversitelerin yaygınlaşması şeklinde bir fenomen yaşanmaktadır. Aşağıda, belki de yakın gelecekte Türkiye'deki üniversite sistemini dönüştürebilecek nitelikte olan bu fenomen ele alınacaktır.
Türk Yükseköğretim sisteminde yeni bir fenomen: Özel Vakıf Üniversiteleri
Yukarıda da söylediğimiz gibi 2000'li yılların başında Türk yüksek öğretim sisteminde gözlenen en dikkat çeken gelişmelerden birisi özel vakıf üniversitelerin yaygınlaşmasıdır. Makalenin bundan sonraki kısmında bu üniversiteler, kuruluş ve yaygınlaşma süreçleri ele alındıktan sonra bulundukları kentler, kapasiteleri, öğretim kadroları, öğrenci sayıları gibi unsurlar açısından incelenecektir. Ayrıca bu üniversitelere yönelik yaklaşımlar ve izlenen politikalar da tartışılacaktır.
Özel vakıf üniversitelerinin doğuşu ve yaygınlaşması
Yüksek öğretimin özel sektör tarafından sunulmasına yönelik ilk adımlar, 1965 yılında çıkarılan 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Yasasının dayanak alınmasıyla atıldı. Kısa bir dönemi kapsayan bu yıllarda peş peşe özel yüksek okullar açılmaya başlandı. Aslında özel yüksek okulların açılabilmesiyle ilgili açık bir hüküm bulunmamaktaydı. Dolayısıyla bu girişimlerin özel yüksek okul açmayla ilgili bir mevzuat boşluğundan hareket ederek yapıldığını söylemek yanlış olmaz. Nitekim Anayasa Mahkemesi 1971 yılının Ocak ayında yüksek öğretimin sadece devlet eliyle kurulabileceği biçimindeki Anayasa hükmüne dayanarak, bu okulların açılmasına imkan veren kanun maddesini iptal etti. Bu şekilde ömrü kısa bir dönemi içeren özel yüksek okulculuk deneyiminin, eğitimin kamunun dışında özel sektör tarafından da sunulabileceği düşüncesini olumsuz yönde etkilediği söylenebilir.
Açık ve net olarak özel vakıf üniversitelerin açılabilmesini sağlayan ilk yasal adım 1982 yılında yürürlüğe giren Anayasa ile atıldı. Çünkü Anayasa'nın yükseköğretimle ilgili olan 130. Maddesi kar amacı gütmeden vakıfların da üniversite açabilmesine imkan tanımaktaydı.
Bu somut adımı takiben 1984 yılında Ankara'da Bilkent Üniversitesi adıyla ilk özel vakıf üniversitesi kuruldu. Bilkent Üniversitesi uzun yıllar ilk ve tek özel vakıf üniversitesi olma avantajını sürdürdü. Çünkü ikinci bir özel vakıf üniversitesinin kurulması yaklaşık sekiz yıl sonra 1992 yılında İstanbul'da Koç Üniversitesinin açılmasıyla gerçekleşti. Hemen ardından 1993 yılında Ankara'da Başkent Üniversitesi ve 1994 yılında da İstanbul'da Fatih üniversitesi kuruldu. Özel Vakıf üniversitelerinin açılmasına imkan tanıyan yasal düzenlemenin 1982 yılında yapılmış olmasına rağmen bu konuda yetkili olan Yüksek Öğretim Kurulu ilk on yıl içinde son derece titiz bir tutum sergileyerek özel vakıf üniversitelerinin yaygınlaşmasına imkan tanımadı. 1994 yılından günümüze kadar uzanan yıllarda ise bu tür üniversitelerin çok hızlı bir şekilde yaygınlaştığı bir dönem yaşandı. Nihayet bugün 25 özel vakıf üniversitesi bulunmaktadır. Bütün Türkiye'de son açılan15 üniversite ile birlikte toplam 68 devlet üniversitesinin bulunduğu dikkate alınırsa özel vakıf üniversite sayısının ulaştığı düzeyin oldukça ileri bir boyuta geldiği söylenebilir.
Özel vakıf üniversitelerinin ülke genelindeki dağılımı
Özel Vakıf üniversitelerin Türkiye genelinde bulunduğu yerlere baktığımızda dikkat çeken önemli bir nokta bu üniversitelerin çoğunluğunun İstanbul'da kurulmuş olmasıdır. Nitekim 25 üniversitenin 16'sı İstanbul'da bulunmaktadır. Geriye kalanların 6'sı Ankara'da, 2'si İzmir'de ve 1'i de Mersin'de bulunmaktadır. Dolayısıyla özel vakıf üniversitelerinin ağırlıklı olarak İstanbul, Ankara ve İzmir'de yaygınlaştığını söyleyebiliriz. Bu üç büyük kentin dışında sadece Mersin'de 1 üniversite bulunmaktadır. Özel vakıf üniversitelerinin ülke genelinde dağılımındaki bu görüntü üniversitelerin 1950'li yıllara kadarki yaygınlaşma seyriyle benzerlik göstermektedir. Çünkü o yıllara kadar da sadece İstanbul ve Ankara'da üniversite bulunmaktaydı.
Özel vakıf üniversitelerinde öğrenim gören öğrenci sayısı
Yukarıda Özel Vakıf Üniversitelerinin sayılarının azımsanmayacak bir rakama ulaştığını ifade etmiştik. Bu üniversitelerde öğrenim gören öğrenci sayısının da bu kısa dönem içinde artarak belli bir düzeye geldiği söylenebilir. 2003 yılı itibarıyla Türkiye'deki toplam üniversite öğrenci sayısı 893.879 iken özel vakıf üniversitelerindeki öğrenci sayısı 49.308'dir. Bu rakamlara göre Türkiye'deki üniversite öğrencilerinin % 6.2 'sinin özel vakıf üniversitelerine devam etmekte olduğu ortaya çıkmaktadır. Son on yıl içerisinde sağlanan bu gelişme önemlidir. Ancak, özel vakıf üniversitelerinin sayıları göz önünde bulundurulduğunda bu üniversitelerde öğrenim gören öğrenci oranının daha yüksek düzeylere ulaşması mümkün olabilirdi.
Nitekim resmi verilere göre bu üniversitelerin, kapasitelerinin oldukça altında bir öğrenci kitlesine eğitim sundukları görülmektedir. 2006 yılı üniversitelerin lisans programlarına yerleştirme sonucuna göre kontenjanlardan 23 bin 934'ü boş kalmıştır. En fazla boş kontenjan ise 7 bin 934 ile özel vakıf üniversitelerinde görülmüştür.
Kontenjanların dolmamasının, tek elden yürütülen öğrenci seçme ve yerleştirme sistemine bağlı olduğu iddia edilmektedir. Gerçekten de bu üniversiteler, öğrencilerini Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezinin belirlediği taban puanlara ve kriterlere göre seçmek zorunda kalmaktadırlar.
Ayrıca bu üniversitelerde öğrenim görecek öğrenci kontenjanları üniversite yetkililerinin talebi doğrultusunda Yüksek Öğretim Kurulu tarafından belirlenmektedir. Yüksek Öğretim Kurulu'nun öğrenim görecek öğrenci kontenjanı konusunda üniversitelerin taleplerinin altında bir rakama onay verdiği sıkça dile getirilmektedir. Özellikle bir çok üniversite yöneticisi bazı alanlarda daha fazla öğrenciyi kabul edebilecekleri halde YÖK tarafından belirlenen kontenjanlara dayalı olarak daha az öğrenciye eğitim verdiklerini ve bu nedenle gereksiz yere atıl kaldıklarını belirtmektedirler.
Kontenjanların dolmaması konusunda genellikle paralı eğitimi karşılayacak güce sahip kesimlerin az olması şeklinde bir neden ileri sürülmektedir. Ancak yurtdışında yükseköğretim gören öğrenci sayısı 51bin dir. Bu öğrencilerin önemli bir kısmının Türkiye'de özel vakıf üniversiteleri dahil olmak üzere her hangi bir üniversiteye giremediği için yurt dışına gitmek zorunda kalmaktadırlar. Çünkü, bu öğrenciler başka ülkelerde öğrenim görmek istediklerinde daha az engel ve daha özendirici şartlarla karşılaşmaktadırlar.
Öğrenim harçları ve öğrencilere sağlanan burs, kredi vb imkanlar
Özel vakıf üniversitelerinde öğrenim görebilmek için ödenmesi gereken harçların toplumun çok düşük bir oranı tarafından karşılanabileceğini söylemek yanlış olmaz. Ücretli olarak çalışan işçi, memur ve esnafları içeren orta sınıf tabakanın bu üniversitelere çocuklarını gönderebilmeleri oldukça zordur. Ancak buradan hareketle bu üniversitelerde sadece ekonomik durumu iyi olan çocukların eğitim gördüklerini söylemek mümkün değildir. Çünkü bu üniversiteler, kendilerini tercih eden öğrenciler için azımsanmayacak sayıda burslar sağlamaktadırlar. Örneğin 2002 yılında özel vakıf üniversitelerine kaydolan öğrencilerin % 24.1'ine burs verilmiştir. Bu oranlar öğrenim görülen alanlara göre değişmektedir. Bazı üniversitelerde bu oran % 50'yi bulmaktadır. Bu şekilde her kesimden gelen öğrencilerin bu üniversiteleri tercih etmeleri sağlanmaktadır. Ancak bu üniversitelerde okuyan öğrencilere yönelik olarak özellikle A.B.D., Japonya ve bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi devlet tarafından geliştirilmiş olan bir kredi ve burs uygulaması bulunmamaktadır.
Özel vakıf üniversitelerini açan kişi ve kurumlar
Özel vakıf üniversiteleri hakkında dikkati çeken bir başka gerçek de Türkiye'de bulunan en büyük holdinglerin bu alana gösterdikleri ilgidir. Nitekim kurulan üniversitelerden Koç Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi Türkiye'nin en büyük iki holdingi ile bağlantılıdır. Ayrıca, Kadir Has Üniversitesi, Yasar Üniversitesi, Okan Üniversitesi de diğer büyük holdinglerle bağlantılı olan üniversitelerdir. Görülüyor ki başta Koç ve Sabancı grubu olmak üzere Türk özel sektörü eğitim alanında da varolma konusunda istekli görünmektedirler. Bu holdinglerin kurdukları üniversiteleri birer prestij üniversiteleri olarak görmek mümkündür. Nitekim, bu üniversitelerde uluslar arası düzeyde kabul görmüş birer üniversite olabilmek için kampüs, kütüphane, ulaşım, yurt, spor tesisleri, sosyal etkinlikler, araştırma imkanları gibi alanlarda mükemmeli yakalamak için her türlü adımın atıldığı ve gerekli her türlü kaynağın ayrıldığı gözlenmektedir.
Özel vakıf üniversitelerinin bir kısmı da ortaöğretim düzeyinde hizmet veren okullarla ilişkilidir. Bir çok üniversite özel okulculuk konusunda deneyimi olan özel ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarının bir ileri eğitim halkası olarak ortaya çıktı. Örneğin, Başkent, Fatih, Yeditepe, Işık, Maltepe, Kültür, Atılım, Beykent, Çağ, Çankaya, Doğuş, ve Bahçeşehir üniversiteleri daha önceden ilk ve ortaöğretim okulları bulunan kurumların temelleri üzerine kurulmuş olan üniversitelerdir. Bu arada bir çok özel öğretim kurumunun aynı şekilde bağlantılı olduğu birer üniversiteye sahip olmak için bekledikleri bilinmektedir. İlk ve ortaöğretim kurumları ile bağlantılı olmak özellikle kurumsallaşma ve özerkleşme açısından belli sorunlara yol açar gibi görünse de özellikle Japonya'da ve bazı Avrupa Ülkelerinde de yaşanan bir durumdur. Bu tür bir organik ilişki eğitim sisteminin bütünlüğü içinde özellikle ortaöğretimde gerçekleştirilen eğitim ve öğretimin niteliğine katkı sağlayabilir. Ayrıca öteden beri birbirinden kopuk olarak yapılandırılmış olan ortaöğretim ve yükseköğretim sistemi, Fransa örneğinde olduğu gibi bir birine katkı sağlayan alt sistemler haline gelebilir.
Öğretim kadrosu
Özel vakıf üniversitelerinde 2003 yılı itibarıyla 4.900 öğretim elemanı görev yapmaktadır. Bu Türkiye'deki toplam öğretim elemanlarının % 6.6'sına denk düşmektedir. Öğretim elemanları sayısını, akademik dereceye göre ele aldığımızda elde ettiğimiz bulgular şu şekildedir. Toplam 615 profesör görev yapmaktadır ki bu sayı da bütün üniversitelerde görev yapan 10.042 profesörün % 6.12'sine tekabül etmektedir. Aynı şekilde 262 Doçent ve 711 Yardımcı Doçent görev yapmaktadır. Özel vakıf üniversitelerinde 1 öğretim elemanı başına ortalama 13.1 öğrenci düşmektedir. Bu oran devlet üniversitelerinde ortalama 16.6'dır.
Özel vakıf üniversitelerinin, yetişmiş bilim adamlarını istihdam ederek ve uluslar arası düzeyde isim yapmış bilim adamlarını Türkiye'ye çekerek sağladığı katkı açısından da önemli bir yere sahip olduğu söylenebilir. Diğer taraftan bu üniversitelerin yarattığı kapasite sayesinde belki de dışarı gidecek olan bir çok bilim adamının ülke içinde kalmaları sağlanmaktadır. Ayrıca yurtdışında bulunan bir çok yabancı ve Türk kökenli bilim adamı da bu üniversitelerde çalışmak üzere Türkiye'ye gelmektedir. Nitekim bu üniversitelerin üst düzey yöneticilerinin ve öğretim elemanlarının çoğunun yurt dışından geldiği kaydedilmektedir. Örneğin, Sabancı Üniversitesinde çalışan tam zamanlı öğretim üyelerinin % 45'i yurtdışındayken işini bırakıp üniversiteye gelen akademisyenlerden oluşmaktadır. Diğer özel vakıf üniversitelerinin de her birinde daha önceden yurt dışında görev yaparken Türkiye'ye gelmiş olan en az birkaç akademisyen ve uzmana rastlamak mümkündür. Bu anlamda tersine beyin göçü diye adlandırılan sürecin oluşmasında özel vakıf üniversitelerinin önemli rolü olduğu söylenebilir.
Özel vakıf üniversitelerinde görev yapan öğretim kadrosu içinde siyasette, dış ilişkilerde, askeriyede, edebiyatta, sanatta, sporda, iş hayatında başarılı olmuş çok sayıda ünlü kişiler bulunmaktadır. Bu şekilde özel vakıf üniversitelerinde sunulan eğitim ve öğretimin çalışma hayatında başarıları kanıtlanmış kişilerin birikiminden yararlanılarak gerçek hayatla iç içe bir şekilde yürütülmekte olduğu söylenebilir.
Diğer taraftan özel vakıf üniversitelerinin, öğretim kadrolarını kendilerinin üretmediği, devlet üniversitelerinden transfer ettiği konusunda bir suçlama sıkça dile getirilmektedir. Gerçekten de özel vakıf üniversitelerindeki derslerin önemli bir kısmı devlet üniversitelerinde çalışan öğretim üyeleri tarafından verilmektedir. Üniversitelerin kurulduğu yıllardan bu yana geçen sürenin kısalığı dikkate alınırsa özellikle Profesör, Doçent ve Yardımcı Doçent düzeyindeki öğretim kadrosunu, şuana kadar kendi kendilerine yetiştirmelerinin mümkün olamayacağı anlaşılabilir. Ancak bu üniversitelerde görev yapan özellikle Araştırma Görevlisi sayısına bakıldığında, kendi elemanlarını yetiştirme gibi bir önceliklerinin olmadığı şeklinde bir yorum yapılabilir. Aynı şekilde Doçent ve Yardımcı Doçent sayısının da devlet üniversiteleri ile oransal olarak karşılaştırıldığında düşük olduğu söylenebilir.
Özel vakıf üniversitelerinin sunduğu ön lisans eğitimi
Özel vakıf üniversiteleri dört yıllık lisans eğitiminin dışında meslek kazandırma amaçlı iki yıllık ön lisans eğitimi de vermektedirler. Öğrenim yapılan dalların işgücü piyasasında ihtiyaç duyulan alanlar olduğu dikkat çekmektedir.
Özel vakıf üniversitelerinin sunduğu yüksek lisans eğitimi
Özel vakıf üniversitelerinde önemli oranda yüksek lisans eğitimi de sunulmaktadır. Akademik ve bilimsel çalışmalar için önemli bir kriter olarak alınabilecek olan bu veriyi özel vakıf üniversitelerinde faaliyet gösteren enstitü sayısı da desteklemektedir. Nitekim bütün üniversitelerde faaliyet gösteren enstitü sayısı 207 iken özel vakıf üniversitelerinde faaliyet gösteren enstitü sayısı 38'dir. Bu rakamlara göre özel vakıf üniversitelerinde faaliyet gösteren enstitü sayısının toplam içindeki oranı % 18'e tekabül etmektedir. Araştırma ve geliştirme faaliyetlerine verilen önemin bir göstergesi sayılabilecek bu verilerin etkisini öğretim elemanlarının yapmış olduğu yayın faaliyetlerinde de görmek mümkündür. Nitekim 2002 yılında bütün Türkiye'deki uluslar arası bilim indekslerine giren makalelerin % 6.6'sı bu üniversitelerde görev yapan öğretim elemanları tarafından yazılmıştır (Gürüz, 2003). 1994 yılından buyana uluslar arası indekslere giren yayınlar açısından öğretim üyesi başına net yayın sayısının en yüksek olduğu ilk 10 üniversitenin çoğunu özel vakıf üniversiteleri oluşturmaktadır (Köksoy, 1998).
Öğretim dili
Özel Vakıf üniversitelerin dikkat çeken bir diğer özelliği de öğretimin ağırlıklı olarak yabancı dilde yapılıyor olmasıdır. Birkaç istisna hariç 23 üniversitenin çoğunluğunda öğretim dili İngilizce'dir. Bu özellik, özel vakıf üniversiteleri açısından, yabancı bilim adamlarının ve uzmanlarının istihdam edilebilmeleri ve yurt dışı ilişkilerin, öğrenci mübadele programlarının, ders kredi transferleri gibi çalışmaların daha etkin yürütülebilmesi gibi konularda avantaj sağlamaktadır.
Sonuçlar Ve Öneriler
Türkiye'de üniversite eğitimi için sürekli olarak bir talep artışı olmuştur ve mevcut üniversiteler zaman zaman sayıları artsa da kapasite olarak hep yetersiz kalmışlardır. 1946 yılından bu yana Türk yükseköğretim siteminde yapılan reformların her birini izleyen yıllarda gözlenebilen tek ortak nokta üniversite sayılarındaki artış olmuştur. Nitekim 1946-1973 döneminde birinci. genişleme, 1973-1981 döneminde ikinci. genişleme ve 1981-1995 yılında da üçüncü genişleme dönemi yaşanmıştır (Şimşek, 1999). 1995'den 2002 yılına kadar geçen devreyi de yeni bir genişleme dönemi veya dördüncü genişleme dönemi olarak görülebilir (Aypay, 2003). Bu dönemin öncekilerden farkı; bu dönemdeki genişlemenin özel vakıf üniversiteleri yoluyla gerçekleşmiş olmasıdır.
Özel vakıf üniversitelerinin açılabilmesi aslında 1982 Anayasasının, üniversite eğitiminin özel vakıflar tarafından da sağlanabileceğini hükme bağlamasıyla birlikte gerçekleşti. Şuanda sayıları 23'ü bulan bu üniversiteler yaklaşık on yıl kadar süren bir zaman dilimi içinde Türkiye'deki bütün üniversite öğrencilerinin % 6.2'sine eğitim sunacak düzeyde bir kapasiteye ulaşmış durumda.
Şuanda azımsanmayacak sayıda özel vakıf üniversite bulunmasına rağmen halen çok sayıda özel sektör bağlantılı vakfın üniversite kurmak için gerekli izni beklediği ifade edilmektedir. Bu durumda Türkiye'de üniversite açma konusunda özel sektörde çok önemli bir istekliliğin olduğu söylenebilir. Bu, yüksek öğrenim yapma konusundaki artan talebe dayandırılacağı gibi özel kuruluşların prestijli bir iş olarak eğitim hizmeti sunma konusundaki istekliliğine de dayandırılabilir. Dolayısıyla bu süreç ve motivasyon verimli ve pragmatik bir şekilde yönetilirse Türk yüksek öğretim sisteminin çok önemli noktalara gelebileceği söylenebilir. Ancak bunun gerçekleşmesi için yasaların ve politikaların daha özendirici ve motive edici hale getirilmesi gerekir. Çünkü özel vakıf üniversitelerin yöneticileri çoğu kez kendi kontenjanlarını belirleme, öğrencilerini seçebilmede daha fazla inisiyatif kullanma konusunda engellerle karşılaştıklarını, aslında bu engeller olmasa daha çok hizmet verebileceklerini iddia etmektedirler.
Bu üniversitelerde sunulan eğitimi bir kamu hizmeti olarak görmek gerekir. Çünkü, bu üniversiteler de aynı devlet üniversiteleri gibi ülke için gerekli olan yüksek nitelikleri kazandırmaktadır. Bu anlamda bu üniversitelerin devlet üniversitelerinde belli miktarlarda kaynakların harcanması ile kazandırdıkları bilgi, beceri ve nitelikleri kazandırdıkları söylenebilir. Dolayısıyla bu üniversitelerin, devlet üniversiteleri gibi bir kamu hizmeti sunduğu gerçeğinden hareketle desteklenmesi gerekir. Bu nedenle bu üniversitelerde öğrenim görmek isteyen öğrencilerin de burs, kredi gibi imkanlara kavuşması gerekir. Bu şekilde özel vakıf üniversitelerinde öğrenim gören düşük sosyoekonomik düzeyden gelen öğrenci oranı yükselebilir.
Bu arada özel vakıf üniversitelerinin öğrenci bulmada Türkiye'deki sosyoekonomik durumun bir sorun teşkil etmeyeceği söylenebilir. Çünkü mevcut devlet üniversitelerine devam eden öğrenciler arasında azımsanmayacak oranda bir öğrenci kitlesinin orta üstü ve ileri gelir grubuna ait ailelerden geldikleri bir gerçektir. Nitekim Ekinci'nin (2000) yaptığı bir araştırmaya göre üniversite öğrencilerin ailelerinin % 17'sinin orta üstü düzeyde, % 12.9'unun da ileri düzeyde gelire sahip oldukları saptanmıştır.  Bu bulgulara göre devlet üniversitelerinde öğrenim gören öğrenciler arasında belki de şuanda özel vakıf üniversitelerine devam eden öğrenicilerden daha fazla bir kitlenin öğrenim gördüğü ve bu kitlenin bir farklılık ve üstünlük yarattıkları zaman her an özel üniversitelere kayabilecekleri söylenebilir.
Özel Vakıf üniversitelerinin son on yıldaki gibi bir seyir içinde yaygınlaşması, şuan % 30'lara ulaşmış olan yükseköğretim düzeyindeki okullaşma oranının daha da yükselmesine sağlayacağı katkı açısından da önemlidir. Ayrıca yüksek düzeyde yetişmiş olan kariyer sahibi eğitimli kişilere yönelik olarak yaratmış olduğu istihdam imkanları açısından da yararlıdır. Bu yararın Türkiye'nin yüksek düzeyde eğitimli kişileri istihdam edebilmesi ve bu kişilere sağladığı araştırma, geliştirme ve benzeri imkanlar açısından avantajlı ülkeler arasında olmadığı göz önünde bulundurulursa ne kadar önemli olduğu görülecektir.
Bu üniversiteler, yurtdışındaki üniversitelerle ve diğer bilimsel kuruluşlarla olan bağlantıları dolayısıyla Türk yüksek öğretim sisteminin bütün olarak daha nitelikli hale gelmesine katkı sağlayabilir. Bu üniversitelerin çoğunluğunda öğretim yabancı dilde yapılmaktadır. Özel vakıf üniversiteleri bu yönüyle uluslar arası kurum ve kuruluşlarla ilişkilerin kurulması için köprü işlevi görebilir. Belki de en önemlisi Avrupa Birliği ülkeleri arasında üniversite düzeyindeki ilişki ve işbirliğinin giderek yoğunlaşacağı önümüzdeki yıllarda altyapıları itibarıyla hazır olan bu üniversiteler yabancı öğrencilerin de öğrenim görmek istediği yerler haline gelebilir.
Özel vakıf üniversitelerini mevcut yüksek öğretim sisteminin bir alternatifi değil bir parçası olarak görmek gerekir. Bu anlamda bu üniversitelerin yaygınlaşmasının ve başarılı olmasının bilime, topluma ve bütün yüksek öğretim sistemine katkı sağlayacağı söylenebilir. Bu nedenle bu üniversitelerin hükümetler tarafından her anlamda desteklenmesi gerekir.
İçinde yaşadığımız yıllar bu üniversiteler açısından kuruluş dönemi olarak görülebilir. Bu üniversitelerin gelecekte de adından söz edilmesi, bundan sonraki dönemlerde kurumsallaşma yönünde atacakları adımlara bağlıdır. Bunun için bu üniversitelerin topluma, bilime ve insanlığa katkı sağlayarak kendilerini göstermeleri de önemli bir zorunluluktur.
Türk yükseköğretim sistemi, Cumhuriyetin kuruluşundan beri belirli aralıklarla yapılan reformlarla sürekli düzeltilmeye çalışıldı. Bir başka ifade ile toplum nitelik ve nicelik açısından ihtiyaçları karşılayamayan yükseköğretim sistemini değiştirmek için çabalar harcadı. Oysa üniversiteler, toplumu, değiştiren kurumlar olarak bilinir veya üniversitelerden bu beklenir. Dolayısıyla sürekli değiştirilmeye çalışılan yükseköğretim sisteminin şuana kadar başarılı olamadığı söylenebilir(Aypay, 2003). Bu bağlamda 1990'lı yıllardan bu yana kurulan ve yaygınlaşan özel vakıf üniversitelerinin toplumu, yeni çığırlar açarak değiştiren kurumlar haline gelmesi gerekir.
Dünyadaki başarılı üniversite modellerinde görülen en temel özelliklerden birisi üniversitelerin kendi kendilerini yenileyerek geliştirmesidir. Oysa Türk yükseköğretim kurumları genellikle hükümetler tarafından yapılan müdahalelerle değiştirilmeye çalışılmıştır. Bu ise ihtiyaçlara cevap veren özerk bir üniversite sisteminin ortaya çıkmasını engellemiştir. Bu nedenle özel vakıf üniversitelerinin herhangi bir müdahaleye gerek kalmadan kendi kendilerini değişerek geliştirmelerini sağlayacak yapıya kavuşturulmaları gerekir.
Özel vakıf üniversitelerinin şuana kadarki gelişim süreçlerine baktığımızda bu kurumların belli yönlerle ön plana çıkma gibi bir hedef içinde olmadıkları, bilakis birbirlerine benzemeye çalıştıkları gözlenmektedir. Bu üniversitelerin çoğunluğunda içinde yaşadığımız dönem için önemli bir özellik olarak farklılaşma olmamaktadır. Farklılaşmanın olmaması özel üniversiteler özel (special) olma niteliğine aykırıdır. Bu nedenle özel üniversiteler kendilerine özgü özellikler yaratmalıdırlar. Belli dallarda, kademelerde farklı olmak için uğraş vermeliler; örneğin bazıları lisans eğitimine, bazıları lisansüstü eğitime, bazıları sosyal bilimlere veya fen bilimlerine, bazıları araştırma ve geliştirme faaliyetlerine önem vererek farklı olabilmelidir.
Üniversitelerin Yayın Sayıları, (2004). http://www.library.hacettepe.edu.tr/ssci-s.htm adresinden, 16.02.2004 tarihinde ulaşıldı.
Â