EĞİTİM YAZILARI

Dünden Bugüne Eğitime Dair

DÜNDEN BUGÜNE EĞİTİME DAİR


   Dünya bugün bir anlamda eÄŸitim çağını yaşıyor diyebiliriz. Çünkü eÄŸitim veren kurum sayısı, eÄŸitimden istifade eden kiÅŸi yani öğrenci sayısı, eÄŸitimi sunan kiÅŸi sayısı eski dönemlerle kıyaslanamayacak ölçüde büyük. Aynı ÅŸekilde eÄŸitime ayrılan kaynaklar da çok yüksek. Kısacası eÄŸitim nicel olarak dünyanın her yerinde eski dönemlere göre oldukça iyi noktalarda.

    Ancak eÄŸitimdeki niteliksel açıdan saÄŸlanan geliÅŸme seyri için aynı deÄŸerlendirmeyi yapabilmek zor görünmektedir. EÄŸitimde dünden bugüne her ÅŸeyin iyiye gittiÄŸini iddia edemeyiz. Tarihin deÄŸiÅŸik dönemlerinde çok baÅŸarılı eÄŸitim kurumları ortaya çıkmıştır. Aynı ÅŸekilde çok eski çaÄŸlarda bile eÄŸitime dair geçerliliÄŸi hiç deÄŸiÅŸmeyen fikirler geliÅŸtirilmiÅŸtir. Nitekim Sokrates, Platon Aristo yaÅŸadıkları dönemden yaklaşık 2500 yıl sonra hala eÄŸitim için çok deÄŸerli filozoflar olarak kabul edilirler. Aynı ÅŸekilde Rousseua, Pestalozzi, Frobel, Montesorri, Makeronko, Dewey gibi eÄŸitimciler de eÄŸitim için bugün de temel referanslardır adeta. 


    EÄŸitim yüzeysel göstergelerle deÄŸil de felsefi olarak irdelendiÄŸinde eÄŸitimde üzerinde düşünülmesi gereken bir sürecin yaÅŸanmakta olduÄŸu görülecektir. Okul sayısı, öğretmen öğrenci sayısı, teknolojik donanım gibi göstergelerin dışına çıkıp eÄŸitimde olup bitenleri anlamak gerekiyor.


    Ve doÄŸrusunu söylemek gerekirse eÄŸitimde felsefi olarak bir karmaÅŸa yaÅŸanmaktadır. Okulların ortaya çıkığı ilk dönemlerden buyana en temel özelliklerinden biri özgün olmalarıydı. Okullar özgün olarak ortaya çıktı ve özgün kalmaya çalıştı. Platon'un akademisi  özelliÄŸi olduÄŸu için 600 yıl yaÅŸadı. Enderun okulları da aynı ÅŸekilde yaklaşık 300 yıl boyunca hizmet verdi. Kısacası, bugünden geriye baktığımızda karşımıza hep özelliÄŸi olan okullar ve kurumların çıktığını görürüz. Demek ki geçmiÅŸ  zamanlardaki eÄŸitimin bir ruhu, felsefesi, rengi kısacası bir özelliÄŸi olmuÅŸ ki bugünde isimlerini anıyoruz.


    Bugün ise hızla birbirine benzemekte olan, yani özelliklerini kaybeden okullarla karşı karşıyayız.  Okullar, maÄŸazalar ve lokantalar zincirini andıran bir hale dönüşmektedir. Yaklaşık on yıldır hız kazanan bu süreç bütün dünyaya yayılmaktadır. Herhangi bir okul, belli özellikleri ile ön plana çıkamamaktadır.    


    Bu seyir devam ederse eÄŸitim, ruhunu ve özünü kaybedebilir; mekanik bir hal alabilir. Binlerce yıl süren bir seyirde geliÅŸtirilen özgün eÄŸitim modelleri ortadan kaybolabilir. Åžuanda yaÅŸanmaya baÅŸlanan da budur zaten. Nitekim, Harvard, Columbia, Yale gibi köklü eÄŸitim kurumlarının ÅŸu anki hali eski haliyle bir deÄŸildir.


    Bugün maalesef eÄŸitim bilimlerinin birikiminden yoksun piyasa koÅŸullarının yarattığı yapay bir yeni eÄŸitim sürecinin yaÅŸandığı döneme tanıklık etmekteyiz. EÄŸitim, ne ve kim olduÄŸu belli belirsiz kiÅŸilerin, firmaların ve onların ileri sürdüğü söylemlerin rüzgarlarına kapılmış durumdadır. EÄŸitim adına dile getirilen düşünce ve atılan adımların kaynağında Rousseau, Pestalozzi, Frobel, Mentossori,  gibi Dewey gibi otoriteler yok artık.


    Artık ÅŸurası çok açık ki yeni diye etiketlenen malum çalışmalar veya modeller yeni deÄŸildir. Rousseu'nun düşüncesi, Pestalozzi'nin, Frobel'in okulu yeniydi ve yeni olarak nitelenmeyi hak etmekteydi. Satı Beyin Darülmualliminde uyguladığı yöntem de yeniydi. Millet mektepleri, köy enstitüleri gerçekten yeniydi. BaltacıoÄŸlu'nun İçtimai mektep düşüncesi yeniydi. Son yıllardaki sözde yeni çalışmalara bakılırsa hiçbirisi yukarıdaki örneklerdeki gibi yeni olarak nitelenmeyi hak etmemektedir. Yapılan bir takım çalışmalara dair çok abartılı övgüler yapılmış olsa da takdir edilebilecek nitelikte kalıcı olabilecek yeni bir proje ve uygulama gerçekleÅŸmemiÅŸtir.


    Her ÅŸey aşırı teknikleÅŸmeye ve standartlaÅŸmaya baÅŸlamıştır.  Özel sektörde yaygınlık kazanan akreditaston uygulamaları eÄŸitimi de tayin eden referans kaynağı olmaya baÅŸlamıştır. Bu ÅŸekilde eÄŸitim ve öğretim özgün yönlerini kaybetme tehlikesi ile baÅŸ baÅŸa kalmaktadır. StandartlaÅŸma ve teknikleÅŸme süreci otoritelere baÅŸvurulmayan bir dönem yaratmaya baÅŸlamıştır.  


    EÄŸitimde abartılı bir ÅŸekilde baÅŸarı olarak takdim edilen geliÅŸmeleri kuÅŸkuyla karşılamak gerekir.  Çünkü rakamlarla ve oranlarla anlatılan baÅŸarı hikayelerinin çoÄŸu doÄŸru deÄŸildir. EÄŸitime ayrılan kaynaklarla ilgili deÄŸerlendirmelere de bu açıdan dikkat etmek gerekir.  Özellikle son yıllarda ulusal bütçede en büyük payın eÄŸitim için ayrıldığı doÄŸrudur. Ayrıca hayırsever vatandaÅŸların da okullar, yurtlar, derslikler yaptırarak çok büyük meblaÄŸlarda yardım yapmaktadırlar. Bütün bunların dışında veliler de okulları ayakta tutmak için azımsanmayacak miktarlarda para bağışlamaktadırlar.


    Peki, eÄŸitim için ayrılan bu kaynaklar okullardaki görünüme ve kaliteye yansımakta mıdır acaba? Ayrılan bu kaynaklara raÄŸmen, okullar velilerin katkısı olmasa belki de çöker. Bu Türkiye'deki binlerce okul için kaçınılmaz bir gerçektir. O zaman akla ÅŸu soru gelmez mi? Bu kadar kaynak nereye sarf ediliyor? Ayrılan kaynaklar verimli kullanılabiliyor mu? Bu iÅŸin birinci boyutu. DiÄŸer taraftan eÄŸitim için ayrılan bütçe sanıldığı kadar büyük mü gerçekten? Ayrılan kaynağın yüzde sekseninin personel giderleri için harcandığı düşünülürse cevap hayır olacaktır. Zira uzun yıllardır bütçenin yaklaşık yüzde 10'una tekabül eden milli eÄŸitim bakanlığı bütçesinin yüzde sekseni zaten yapmak zorunda olduÄŸu harcama ile yani personel ile ilgilidir.


    Ayrıca eÄŸitimdeki yatırımlara ayrılan payın da toplam bütçedeki yatırımlar içindeki oranı da son altı yılda düşmüştür. Nitekim 1995-2002 yılları arasında toplam yatırımların yüzde 23'ün eÄŸitim yatırımlarına ayrılırken bu oran 2003-2009 yılları arasında yüzde 15'te kalmıştır. Bu veri eÄŸitime önem verilip verilmediÄŸini aydınlatabilecek niteliktedir. Gerçek buyken görüntü çok farklı sunulmaya çalışılmıştır. Bunun maalesef eÄŸitimciler de, kamuoyu da farkında deÄŸildir.


    EÄŸitimdeki niceliksel geliÅŸmede kullanılan en temel kriterlerden biri de okullaÅŸma oranlarıdır. Hem ilköğretim düzeyinde hem de ortaöğretim düzeyinde okullaÅŸma oranlarında kayda deÄŸer bir geliÅŸme saÄŸlanmamıştır. Hatta 2006 yılından buyana gözlerden kaçan çok önemli bir fenomen de yaÅŸanmaktadır.  Hem ilköğretimde hem ortaöğretimde açık öğretim kurumlarına bir kayış gözlenmektedir. Ä°lköğretimdeki öğrencilerin 2008-2009 yılı itibarıyla yüzde 3.30'u, ortaöğretimde de yüzde 15.8'i açık öğretim kurumlarına devam etmektedir. Açık öğretim örgün öğretimi tamamlayan önemli bir iÅŸlevi yerine getiren bir modeldir ancak bu oranlara ulaÅŸması doÄŸru deÄŸildir. Ä°lk ve ortaöğretimde olabildiÄŸince herkesin örgün eÄŸitimden geçmesi esas olmalıdır.


    EÄŸitimin gerçekleÅŸtiÄŸi yer okuldur. Okulun durumu eÄŸitimde saÄŸlanan geliÅŸmeler için kriter alınabilecek en temel unsurdur. Okullara bakarak eÄŸitimin durumunu deÄŸerlendirmek mümkündür. Özellikle OKS ve ÖSS gibi merkezi sınavların temel belirleyici olmaya baÅŸladığı son yirmi yıllık süre içinde okulların sistem içindeki belirleyici rolü müthiÅŸ bir ÅŸekilde sarsılmıştır. Adı geçen merkezi sınavlarda baÅŸarılı okulların bile aslında tatmin edici yerler olduÄŸunu söylemek zordur. Kaldı ki merkezi sınavlardaki baÅŸarısı düşük olan okulların durumu ise hak getire.  7.444 okuldan en azından yarısından, ne öğrencisinin, ne öğretmeninin, ne velisinin, ne de toplumun hatta ne de bakanlığın memnun olduÄŸu söylenemez.  Oysa genel olarak sayısı azdı ama Türkiye'nin liselerinin tamamı bugüne göre daha çok seviliyordu. Sistemin medarı iftiharı olarak ilk sıraları alan Galatasaray, Ä°stanbul erkek, KabataÅŸ, Vefa, Ankara Atatürk lisesi gibi liselerinden bugünkü öğrencilerine göre eski öğrencilerinin daha fazla hoÅŸnut olduÄŸu bir gerçektir. Buradan hareketle bugün okula daha az önem verilmektedir diyemeyiz. Bugün eÄŸitim sisteminin iÅŸleyiÅŸi ne yapılırsa yapılsın okulu geri plana itmiÅŸtir. Bu ÅŸekilde okul eÄŸitim sisteminin belirleyici unsuru olma özelliÄŸini kaybetmiÅŸtir artık. Bunun farkında olmak gerekir.  

Özellikle batıda eğitimde kişiye, yere ve zamana olan bağımlılığın azaldığı söylenegelmektedir. Bu düşünce bizde de dile getirildi ve hatta milli eğitim bakanlığının hazırladığı dokümanlara bile geçti. Eğitimin, her yerde, herkese ve her zaman sunulacağı vaat edildi. Eğitime okulun dışında bir boyut kazandıracak olan bu nefis düşüncenin hayata geçebilmesi için hiç bir şey yapılmadı. Hayat boyu eğitim yaygınlaşamadı. Üniversiteler aynı liseler gibi belli yaş grubuna ait gençlerin devam ettiği kurumlar haline geldi. Yetişkinlerin arzu ettiklerinde eğitim almalarını sağlayacak ne bir sistem var ne de bir mekanizma. Okullar belli saatlerden sonra kapılarına kilit vurulan kurumlardır adeta. Oysa cumhuriyetin ilk yıllarında bile okullar aynı zamanda millet mektepleri idi. Belli saatlerden sonra kapılara kilit vurmanın, bilhassa kütüphanelerin kapalı olmasının hiç bir mantığı yoktur. Demek ki dile getirilen düşüncelerin çoğunun temel esprisi bilinmiyor. O zaman eğitimde hala kişiye, yere ve zamana olan bağımlılık azalmış değil devam etmektedir.

    EÄŸitim sistemimiz rayından çıkma gibi bir sorun yaÅŸamaktadır. Yetkililer maalesef çok iyi eÄŸitim teorilerini ve düşüncelerini bile farklı anlamlandırarak eÄŸitim sistemimizi iyileÅŸtirme bir tarafa bozmaktadırlar


    Bunun için eÄŸitim sisteminin yukarıdan aÅŸağıya her atılan adımda, yaptığı her iÅŸte hesap verebilirlik mekanizmasına acilen kavuÅŸması gerekmektedir. EÄŸitim adına atılacak her adımın baÅŸarılı olduÄŸunu ortaya koyacak göstergeler de belirlenmelidir. Aksi takdirde eÄŸitim, anlamsız kavramların ve hedeflerin sarf edildiÄŸi alan haline gelir. Herkes bilhassa yetkili kiÅŸiler ne söylediÄŸinin farkında olmalı; bir baÅŸka ifade ile ağızlarının söylediÄŸini kulakları duymalıdır. müfredatı deÄŸiÅŸtirdik, çoklu zeka kuramını uyguluyoruz, öğrenci merkezli eÄŸitime geçtik gibi son yıllarda havada uçuÅŸan söylemler hep hesap verebilirlik mekanizmasının deÄŸer olarak yerleÅŸmemesinin yarattığı boÅŸlukta dile getirilen söylemler oldu. Bu ÅŸekilde son dönemlerde proje adı altında çok anlamsız iÅŸler yapıldı. Bu nedenle son yıllarda yapılan her iÅŸ masaya yatırılmalıdır.


    Program deÄŸiÅŸtirildi. Peki sonuç ne oldu? DeÄŸiÅŸtirilirken ne söylenmiÅŸti? Sonuçta söylenenler gerçekleÅŸti mi?  Bu tür sorgulamalar yaygınlaşırsa ayağı yere basmayan bir iÅŸe koyulmak zorlaşır. Milli eÄŸitimin en temel sorunlarından birisi budur. Hesap verebilirlilik mekanizması kurulmaz ise eÄŸitim içi boÅŸ, anlamsız söylemlerin, çarpıtmaların ifade edildiÄŸi bir alan haline gelebilir. Nitekim hesap verebilirlilik mekanizması yetersiz hatta hiç olmadığı için, müfredat deÄŸiÅŸtirildi, eÄŸitime ayrılan kaynak arttırıldı, öğrenci merkezli eÄŸitime geçtik. denebildi. Oysa ne müfredat abartıldığı gibi deÄŸiÅŸtirilebildi, ne de eÄŸitim için ayrılan kaynaklar arttırıldı ne de öğrenci merkezli eÄŸitime yönelik çalışmalar yapıldı.


    Sonuçta öyle bir an geldi ki yeni diye sunulan her bir çalışma, model, proje kuÅŸkuyla karşılanır oldu. EÄŸitim her an sözde yeni bir ÅŸeylerin dile getirildiÄŸi bir alan haline geldi. Dile getirilen yeni fikirlerin ve çalışmaların eskinin tekrarı olduÄŸu da gün gibi ortaya çıkmaya baÅŸladı. Bu yüzden eÄŸitimi tarihsel arka planı ile ele almak için tam zamanı. Büyük eÄŸitim otoriteleri ÅŸimdi okunmalı.  EÄŸitimdeki kadim düşünceler ÅŸimdi keÅŸfedilmeli.

Buradasınız: Anasayfa EĞİTİM YAZILARI