ÇOCUK EĞİTİMİNDEKİ PARADİGMA DEĞİŞİMİ

 .

ÇOCUK EĞİTİMİNDEKİ PARADİGMA DEĞİŞİMİ

Prof. Dr. İrfan Erdoğan

Talim ve Terbiye Kurulu Eski Başkanı

Çocuk eğitiminde “okul” denen kurumun ortaya çıkmasından buyana eğitim, öğretim, okul, öğretmen ve öğrenciye dair değerlerde bir takım değişiklikler olsa da bugünkü geldiğimiz noktada aynı yerdeyiz.  Zira en eski medeniyetlerden sayılan Sümerlerde çocuk “eti senin kemiği benim” diyerek okula teslim edilirken bugün de aslında “yeni” okula bırakılmaktadır.  Bugünkü okul düne göre daha da dokunulmaz hale getirilmiştir.  Eğitimli-okullu insanların sayıca az olduğu dönemlerde çocuğun “okul”a “eti senin kemiği benim” diyecek kadar güven duyulup teslim edilmesi anlaşılabilir ama eğitimli-okullu insanların çok yaygınlaştığı günümüzde de “okul”un benzer bir konumda olması düşündürücüdür.

Eğitime ve okula dair çok önemli paradigma değişimleri Ortaçağ sonrası dönemde gerçekleşmiştir. Bu değişimlerin en köklüsünün J.J.Rousseau’nun geliştirdiği perspektiflerle gerçekleştiğini söyleyebiliriz.  O zamana kadar genel olarak hiçbir potansiyeli ve donanımının olmadığı varsayılan çocuk, onlar adına, onların yetiştirilmesi için yetişkinler tarafından geliştirilen amaçlar, planlar ve programlar doğrultusunda yetiştirilecek kişiler olarak görülmekteydi. 

Rousseau ve onu takip eden pedagoglara birlikte çocuk, kendisinden hareket edilerek gelişebilecek “bireyler” olarak görülmeye başlandı.  Çocuk, “yetersiz”, ” yola getirilecek” varlıklar olarak değil doğuştan iyi olan, gelişen ve oluşan bir varlık olarak kabul edilmeye başlandı.  

Çocuğun dışında belirlenen doğruları kazandırmak için yani bir anlamda çocuğu yetiştirmek için gerçekleştirilen “eğitim”in terk edilmesi, yerine çocuğun var olan potansiyelinden hareket eden bir “eğitim”in yapılması gerektiği vurgulanmaya başlandı.  Bilhassa Rousseau’nun açtığı yolda Endüstrileşme çağında da Pestalozzi, Frobel ve Tolstoy gibi düşünürler çocuğu merkeze alan “özgür eğitim” modelleri geliştirdiler ve uyguladılar.  Bu çocuk eğitimi açısından gerçek anlamda “yeni” bir dönemin başlangıcıydı. Yeni dönemle birlikte ortaya çıkan “yeni okul”da da çocuğun doğal potansiyelinin ve ilgisinin dikkate alınması öngörülmekteydi. Öğretmen ise çocuğa bildiği bir şeyleri dayatan değil, çocukla birlikte “öğrenen” kişi olarak algılanmaya başlandı. 

O zamana kadar eğitimin amaç ve içerikleri “toplum”,”yetişkinler”,”dış çevre” gibi unsurlar tarafından belirlenirken yeni dönemle birlikte artık “çocuk” belirleyici unsur olmaya başladı.  Çocuğun, gelişiminin her bir kademesinde, ancak kendisinden hareket edilerek anlaşılabileceği, onun yetişkinin ölçüsüyle ölçülemeyeceği, her çocuğun bir fert olarak kendisine saygı duyulması gerektiği düşüncesi kabul görmeye başladı.  Çocuk, böylece eğitim ve öğretimin merkezini teşkil etmeye başladı. Bütün güçlere sahip bir varlık olarak kabul edilen çocuğun bağımlılıktan ve baskıdan kurtarılması için “eski okul”un yerine “yeni okul” talep edildi. “Eski okul” hayata yabancı olmakla, yaşatmayıp sadece öğretmekle sınırlı olması açısından eleştirilmekteydi. Aynı doğrultuda eğitimin içeriğinin hayata değil, kitaplara dayanmış olduğu, ders plan ve programlarının bağlayıcı olduğu, ansiklopedik bilgilerin temele alındığı ileri sürülmekteydi.  “Eski” okul, bir anlamda dominant olması nedeniyle “öğretmenin okulu” olarak görülmekteydi.

Bu çerçevede “yeni okul”da başta öğrencinin, öğretmenin ve okulun özgür olması istenmekteydi. “Kurumlaşmış” ve katılaşmış” olan okulun “canlı bir topluluk” haline gelmesi ve okul ile hayat arasındaki yapay ayrımın kaldırılması hedeflenmekteydi. Bu doğrultuda öğretimin de çocuğun doğal potansiyeline yönelmesi ve doğal ilgileriyle bağ kurması istenmekteydi. Bütün bunlar ise öğrencilerin aktifleştirilmesi sayesinde mümkün olabilecekti.

Eğitime dair geliştirilen bu düşünceler Pestelozzi, Frobel, Tolstoy, Montesaorri, Dewey, Kilpatrick gibi otoritelerin kuruluşuna öncülük yaptığı okullar ve projelerlerle hayat bularak dünyanın dört bir yanında etki yapmaya başladı. Bilhasssa 1800’li yılların son dönemlerinden başlamak üzere 1900’li yılların ilk çeyreğinde Avrupa merkezli bir “yeni okul” akımı çok yaygın bir şekilde kabul gördü.

Çocuğu merkeze alan, hayatla iç içe, yaparak ve yaşayarak öğrenmeye dayalı olan bu yeni eğitim akımı bizde de ikinci meşrutiyet dönemi ile birlikte başladı. Satı Bey, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Selim Sırrı Tarcan, İsmail Hakkı Tonguç gibi eğitimciler okulun bir “iş okulu” olması için çaba sarf ettiler.   

Cumhuriyetle birlikte de meşrutiyet döneminde şekil bulmaya başlayan eğitim ruhu devam etti. Bu süreç, müfredat yenileme çalışmalarıyla, yeni yöntem ve ve yeni okul denemeleriyle 1950’li yıllara kadar sürdü.

Daha sonraki yıllarda ise eğitimde nitelik boyutu arka planda kalmaya başladı. 2000’li yılar ve sonrası da çocuk eğitimi adına kavramsal karmaşanın yaşandığı bir dönem oldu. Özellikle son yıllarda içi boş ve anlamsız çalışmalar bile “yeni”, “çağdaş” vb pozitif imajı olan sıfatlarla etiketlenerek sunuldu.

J.J. Rousseau ve onu takip eden pedagoglarla başlayan “çocuktan hareket eden” eğitim akımlarının pedagoji alanında açtığı çığırın bugün aşılmış olduğunu söyleyebilmek zor görünmektedir. Bugün çocuk eğitimine dair dile getirilen “öğrenci merkezli eğitim”,”problem çözme”,”keşfetme”,”proje hazırlama” gibi söylem ve kavramların tamamı o zamana aittir.  Ancak bu kavramlar çoğu kez ilk kez dile getiriliyormuş gibi takdim edildi. Böylece söylemler ve kavramlar çok güçlü olan anlamlarını kaybettiler. Bunun sonucu olarak da çocuk eğitimine dair felsefi temellerin zemini kaymaya başladı.   

Çocuklar, yüz yıllar önce gerçekleşen pedagojik devrime rağmen bugün hala kurtarılmaya, yetiştirilmeye kısacası eğitilmeye çalışılmaktadır. Okullar da aynı şekilde hızla işlevsizleşmelerine rağmen bugün “dokunulmaz” kurumlar haline gelmiş durumdadır.

Çocuk eğitimi adına bugünün eğitimcilerine düşen görev Aydınlanma dönemini takiben ortaya çıkan büyük pedagoglarının ve bizde de meşrutiyet dönemi eğitimcilerinin başlattıkları eğitim devriminin tamamlanmasının sağlanmasıdır. Dolayısıyla Türkiye’yi 2023 yılına daha iyi hazırlamak için yeniden bir “pedagoji” hareketine şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır.

 

Kaynaklar

Aytaç, Kemal. Çağdaş Eğitim Akımları. Ankara: Ankara Üniversitesi, DTCF yayınları, 1980.

Akyüz, Yahya. Türk Eğitim Tarihi. Ankara: Ankara Üniversitesi, EBF yayınları, 1983.

Milli Eğitim Şuralarına dair bir Değerlendirme



MİLLİ EĞİTİM ŞURALARINA DAİR BİR DEĞERLENDİRME

Prof. Dr. İrfan ERDOĞAN
Talim ve Terbiye Kurulu Eski Başkanı

Türk Milli Eğitim Sistemini gelişmelere göre yönlendiren organizasyonların başında Mili Eğitim Şuraları gelir. Şuralarda eğitim ve öğretimle ilgili konularda görüşmeler yapılır ve tavsiye niteliğinde kararlar alınır. Milli eğitimde yapılan düzenlemeler genellikle şuralarda ele alınmış ve tartışılmıştır. 


Henüz ulusal kurtuluş savaşı yapılırken düzenlenen Maarif Kongresi ve hemen akabinde toplanan Heyeti İlmiyeler’ in yerine alan Milli Eğitim Şuraları bugüne kadar toplam 17 kez yapılmıştır. İlk şura sayılabilecek olan Maarif Kongresi 16-21 Temmuz 1921 yılında düzenlendi. Bu kongreye Mustafa Kemal , savaş devam ederken cepheden gelip katıldı. Daha sonra sırasıyla Ziya Gökalp, Vasıf Çınar ve Mustafa Necati’nin başkanlıklarında 1923, 1924 ve 1925 yıllarında üç kez de Heyet-i İlmiye Toplantıları yapıldı.  Ülkenin önde gelen eğitimcilerinin bir araya geldiği Türk Milli Eğitim Sisteminin karakterini bulduğu bu toplantılar daha sonra şuralarla devam etti.     


İlk milli eğitim şurası 17-29 Temmuz 1939 yılında eğitim ve öğretimin plan ve esaslar, çeşitli öğretim kademelerine ait talimatnamelerin ve bütün müfredatların incelenmesi gündemiyle Hasan Ali Yücel’in başkanlığında toplandı.  En son on yedincisi düzenlenen Milli Eğitim Şuralarının her birinde eğitim sistemimiz için gerekli düzenlemelere dair çok önemli tavsiye kararları alındı. Özellikle VII., VIII., IX. ve XII. Milli Eğitim Şuralarının, Türk Milli Eğitim Sisteminin gelişiminde oynadığı rol açısından çok başarılı ve üretken  geçmiştir.  


Hilmi İNCESULU’ nun başkanlığında 5-15 Şubat 1962 yılında toplanan 7. Milli Eğitim Şurasında; ilköğretimden yükseköğretime çok köklü düzenlemeler yapılması yolunda kararlar alınmış olup ilköğretim için 13 ayrı yönetmelik tasarısı hazırlandı. Ayrıca liseleri bitiren öğrencileri fakültelere yöneltirken çeşitli olgunluk sınavlarının da düzenlenmesi kararlaştırıldı.
 Devamı...
Buradasınız: Anasayfa